Bodrum'da gerçek bir köy; Sandıma
Köy çocuğu değildim ama köyde vakit geçirmekten her zaman çok keyif aldım” yazmıştım bir yazımda. Derede yüzmekten, fındık toplamaktan, sobalı evlerin tek gözüne sıkışan samimi sohbetlerden. Hep iyi hislerle kaldı çocukluk hatıralarımda o günler. Hatta kardeşim ile çekildiğimiz fotoğraf, bize eşlik eden buzağı ile birlikte kolumda bir dövme olarak bedenime de kazındı.
Sandıma köyünün görsellerini gördüğümde aklıma ilk gelen o günler oldu haliyle. İçimde o sıcaklık ile yola koyuldum. Yalıkavak Belediye Binasının yanından yukarı doğru çıkan yoldan hiç sapmadan köye ulaştım. Köyün girişinde beni bir mezarlık karşıladı. Birkaç kişinin dışında yaşayan kimsenin olmadığı köy de mezarlık kadar sessizdi. Ama biliyordum ki bir zamanlar bu sokaklarda çocuklar koşturuyordu. Camiden ezan sesi yükseliyor, yemek pişen ocakların ateşi aynı zamanda ısınmak için de kullanılıyordu. Şimdi çalılıkların sardığı topraklarda yemyeşil mandalina ağaçları yeşeriyordu.
Tüm bu hislerle mezarlığa sırtımı verip yürümeye başladığımda beni ilk karşılayan eski okul binası oldu. Tüm köyü dolaştığımda anladım ki restore edilen birkaç bina dışında ayakta kalmış tek yapı bu okuldu. Toplam dört göz odadan oluşan binanın zamanında çevre ilçelerden de öğrenci kabul ettiğini öğrendim. Tahtaları çürümüş, çatısı yıllara direnememiş bu binada dolaşmak tehlikeli olsa da içeri girmekten kendimi alamadım. Bir okuldan çok evi andırıyordu. Dikkatli adımlarla ilerleyip pencerelerinden denizi, dağları izledim. Bu noktada tepelerin daha üst kısımlarına yapılan yeni binalar göze çarpıyordu. Okuldan çıkıp bahçesinde, yüksek ağaçların altında biraz soluklandıktan sonra kendimi sokaklara bıraktım. Dolaşırken kulağımda Osman amcanın sözleri yankılanıyordu. Osman amca köyün eski muhtarlarından ve aynı zamanda köyde doğup büyüyüp sonrasında da tüm köyle beraber sahil kenarına yerleşenlerden. Köyün tarihini (aslında kendi tarihini) anlattığı videoda yıkılmış evlerin arasında gezerken tek tek bahsediyordu: ‘'Burada Göllere Mehmet otururdu, burada Ali Çavuş. Ee o zaman herkesin bir lakabı vardı ve onun soyundan gelenler de o lakaplarla anılırdı. Bu meydanda düğünlerimizi, eğlencelerimizi yapardık, şu dağın yamacından gelen su bu çeşmelerden akardı.’’ Tüm bu yaşantı ve fazlası babamdan duyduğum köy hikayeleriyle benzeşiyordu. Kendi ekip biçtiğini yiyen ve ihtiyacına göre yalnızca tuz, şeker, gaz yağı almak için merkeze inen, tüm zamanını bu köylerin içinde geçiren insanlardı onlar. Telefon yok, elektrik yok. “Çalışmasak aç kalırdık” diyordu Osman amca. Tüm bu hislerle zaman mefhumum kayboldu ve birkaç saat köyde dolaşmaya devam ettim. Sağlam olan evlerden biri de burayı bir sanat köyüne çevirmeye çalışan iki ressamın eviydi. Hayal ettiklerine ulaşamasalar da birçok insanın hayal ettiği noktadaydılar.
O güzel evi geride bırakıp yokuştan aşağı geldiğim yere, mezarlığa doğru yola koyuldum. Arabaya bindiğimde içimde o sıcaklık hissi hala duruyordu. Babamın köyünü ziyaret etmiş, hayal meyal çocukluğum, babamın çocukluğuyla merhabalaşmış gibiydim.
Merak edenler için Osman amcanın videosu buraya bırakıyorum.
Comments