top of page
Yazarın fotoğrafıKerem Şahintürk

Hadiii Marmaris! Ferdi Özbeğen, gün doğumu, Turunç

Bodrum’da olmanın güzel yanlarından biri de birçok tatil noktasına yakın olmak.

Ben de pası asiste dönüştürmekten geri durmayan biri olarak bu hafta rotamı Marmaris bölgesine çevirdim.

Bana kalırsa bu bölge güzel koyları ve denizi ile müsemma ama bu kez ayağım karada olacak bir rota çizdim. 2,5 saatlik bir yolculuğun ardından Marmaris merkeze vardım. İlk hedefim karnımı doyurmaktı. Niyetim Marmaris’in ucuzluğuyla meşhur lokantası Hacı’nın Yeri’ne gitmekti ama yürürken gördüğüm ‘Köftehor' dikkatimi cezbedince fazla da yorulmadan yemek işini çözmeye karar verdim. İyi ki de yapmışım. Servis biraz yavaş olsa da hem lezzet, hem güleryüzden memnun kaldım. Ardından kendimi Kale ve çevresini de içine alan Tepe Mahallesi’ne attım. Çiçeklerle bezenmiş tarihi evler dar sokaklar ve merdivenlerle biririne bağlanıyor, gezerken insan kendini eski zamanlara ışınlanmış hissediyordu. Kaleden denize doğru inip önce fenere oradan da marinaya doğru yürümeye devam ettim. Bu keyifli yürüyüşle akşamı ettim ve güzel bir gün batımıyla günü noktaladım.

 

Noktaladım dedim ama henüz gezinin sürpriziyle karşılaşmadığımı bilmiyordum.

 

Hava kararmaya başlarken Söğüt’e gitmek için yola koyuldum. Harita 1,5 saatlik bir rota çizdi. Marmaris’in dağlık, virajlı yollarını düşününce yol gözümde büyüdü. Hemen daha yakın konumdaki Turunç bölgesine kırdım direksiyonu. Merkeze yakın, uygun bir otel buldum ama önce sahile inip bir tur atmak, bu küçük sahil kasabasını gece görmek istedim. Sonbahar Turunç’u da ele geçirmiş, birçok mekan kapanmış, açık olanlarda da tek tük insanlar oturuyordu. Koyun iki uç noktasını iki büyük otel sahiplenmişti. Arada kalan bölüm her keseye uygun restoran, otel ve pansiyonlarla doluydu. Bir mekan çaldığı sanat müziği, keyifli rakı sofraları ve ambiyansı ile yüzümü gülümsetti. Aynı noktadan ikinci geçişimde fonda Ferdi Özbeğen’i duyunca kayıtsız kalamadım. Fidan Restoran’ın denize nazır masalarından birine oturdum. Günü, kendimi, hayatı sorgularken zaman nasıl geçti anlamadım. Tabii çalan müziklerin de etkisi büyüktü. Sabah bu denize karşı uyanmak için telefona sarılıp birkaç otel ve pansiyonu aradım. Keseme göre bir yer bulunca benden mutlusu yoktu. Körfez Otel koyun girişinde mütevazi bir işletmeydi. Konumu, temiz odaları ile benim beklentimi fazlasıyla karşıladı. Dalga sesleriyle uykuya dalarken sabah nasıl bir güne uyanacağımdan haberim yoktu. Ezan sesiyle gözlerimi açtığımda sarı bir ışık gördüm. Önce sahildeki lambaların yandığını düşündüm ama olduğum yerde doğrulduğumda gördüğüm manzara inanılmazdı. Koyun bir ucundan doğan güneş saklandığı tepenin ardından denizi ve gökyüzünü boyamaya başlamıştı. Sessizce kalkıp sandalyeme kuruldum. Yalnızca deniz gün boyunca süren melodisiyle bu gösteriye eşlik ediyordu. Çıt çıkmıyordu. Tek bir ses bütün büyüyü bozacak gibiydi. Orada sessizce bekleyip doğanın mucizesine eşlik ettim. Uzun zamandır kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim. İşte bu doğanın iyileştirici gücüydü ve biz doğadan uzaklaştıkça şifayı başka yerlerde arıyorduk. Gösteri sona erdiğinde sıra bana gelmişti. Hava serindi ve soğuk algınlığım henüz geçmemişti ama umurumda değildi. Merdivenleri koşar adım indim ve kendimi denizin kucağına bıraktım. Tepenin arkasından yükselen güneşle koyu boydan boya yüzdüm. Yaşamak böyle bir şey olsa gerekti, yaşadığını doya doya hissetmek. Beni bu ana sürükleyen olaylar silsilesini düşününce şaşırmamak elde değildi. Plansızca Turunç’a gelişim, bir şarkıdan etkilenip mekana oturuşum, dalga sesleriyle fikir değiştirip sahildeki otele yerleşmem ve büyük final. 

 

İyi bir kahvaltı sonrası Söğüt’e gitmek için yola koyuldum. Yolun büyük bir bölümünde tek şerit kazılmış, üstün körü kapatılmış ve kullanılamayacak haldeydi. Üstelik diğer şerit de sağlıklı ilerleyecek durumda değildi. Ya gece Söğüt’e gitmeye karar verseydim ne olacaktı diye düşündüm. Yolun durumunu, ışıksız, karanlık, virajlı yolları düşününce verdiğim kararla 3, 4 saatlik bir işkenceden kurtulduğuma sevindim. Teşekkürler Turunç :) Zor olsa Söğüt’e ulaştım ama nasıl anlatsam, burası ile ilgili yapılan güzellemelerin izine rastlayamadım. Tepelerde başlayan kötü yapılaşma, o terkedilmiş hissi uyandıran bakımsız sahil, insana ne heyecan ne huzur veren hiçbir şey bulamadım. Fazla da vakit kaybetmedim. Buradan Selimiye’ye geçmek için yola çıktığımda kötü bir sürprizle karşılaştım. Yol çalışma dolayısıyla kapatılmıştı. Bu geldiğim o kötü yoldan Marmaris'e geri dönmek demekti. Düşüncesi bile ürkütücüydü. Sahilde karşılaştığım birine durumu anlatınca bana tali bir yolu denememi önerdi. Çok şükür haklı çıktı ve kısa bir yolculuk sonrası Selimiye’ye ulaştım. Bu arada daha önce ziyaret ettiğim Bozburun’u da pas geçtim.



Selimiye'nin içinden geçip arabayı yol boyunca sürdüm. Farkında olmadan merkezi geçtim ama içgüdüsel olarak sürmeye devam ettim. Yol önce daraldı, ardından kırmızıya çalan kumsalıyla deniz belirdi uzaktan. O an hatırladım. Burası yıllar önce çadır kurduğum ve bugün gibi o gün de sadece merak duygusuyla arabayı sürüp ulaştığım Sığ Liman’dı. Bir kenara kaldırdığım, varlığını unuttuğum, sevdiğim bir eşyayı bulmuş gibi hissettim. O an hatırladım; git gelle çadırın içine kadar gelen denizi, ilk kamp deneyimlerini yaşayan anne kızın telaşını ve yaşlı balıkçının bize yardıma koştuğunu. Bugün geniş bir kumsal, şemsiyeler, küçük bir kitaplığı olan kahvesiyle o ıssızlığını biraz yitirmiş limanda her daim yolumu aydınlatan merak duyguma selam çakıp merkeze doğru yola koyuldum. Kahvemi alıp birkaç kilometrelik sahil boyunca renkli kafeler, restoranlar, butik otellerin önünden yürüdüm. Yaz günlerinin hareketinden eser olmasa da keyfinden ödün vermiyordu Selimiye. Hatta ihtiyacı olana fazlasını da sunuyordu. Ben de nasibimi alıp tekrar yola koyuldum. Orhanlı ve Hisarönü’nü geçip Akyaka’ya doğru devam ettim. Akyaka küçük, hareketli çarşısı, Azmağı ama en çok da sırtını yasladığı görkemli Sakar Dağı’nın manzarası ile beni karşıladı. Yaz günleri akıntıya karşı yüzdüğüm Azmak yerine çarşı içinde bir mekanda günün yorgunluğunu attım. Yol yine istediğimden fazlasını vermişti. Artık eve dönüş zamanıydı. İnsan Bodrum’da yaşayınca dönüşlerde daha keyifli oluyordu.



 

23 görüntüleme

Comments


bottom of page