Hadiii Milas! Tarihi evleri, insanı ve tüm sıcaklığıyla...
Aman canım Milas’ta da ne var dediğinizi duyar gibiyim. Oysa bugün adını duyduğunuzda ‘’Aaa evet orayı duymuştum. Orası da mı Milas’ta?’’ diyeceğiniz koca bir sahil şeridine sahip Milas.

Hangi birini yazsam ki, hâlâ bakir kalabilmiş koylarıyla Mazı’yı mı, Mandıra Filozofu’yla ününe ün katan Çökertme’yi mi, sahil kasabası hissini doya doya yaşayacağınız Ören’i mi? Sonra havalimanının dibindeki Güllük, gezerken hem tarihe tanıklık edip hem de denizin keyfini sürebileceğiniz Kıyıkışlacık ve muhtemelen adını flamingolarla birlikte duyduğunuz, bizim de favorimiz olan Boğaziçi Köyü.

Şimdi her biri bir yazı konusu olacak güzelikteki bu yerleri bir yana koyup içimizi ısıtan bir yerden bahsedeceğim. Milas’ın tam kalbi Eski Milas ve geçmişten bugüne varlığını koruyan Arasta’dan.Çünkü sokaklarda kaybolmak, bir binanın önünde durup dakikalarca izlemek, mahalle kahvelerinde çay içip, masalarda konuşulanlara kulak kesilmek, esnafla hasbihal etmek en sevdiğimiz. Çünkü burası sadece insanıyla değil, geçmişten bugüne varlığını koruyan evleri ve dükkanlarıyla yaşayan, nefes alan bir yer. Buraya birkaç ziyaretin ardından müdavimi olduğumuz bir lokanta, kahve ve selam verip aldığımız insanlar olduğunu söylersek kurduğumuz bağın lafta olmadığını daha iyi anlatmış oluruz. Mesela Ciğerci İbo’nun yeri. Buraya henüz bir çocukken çırak olarak gelen İbrahim Abi’nin gönlü ustasının kızına düşmüş. Şimdi ustasının emanetini eşi Yasemin Abla’yla beraber yaşatmaya devam ediyor. Şans eseri yolumuzun düştüğü bu dükkanı ayakta tutan şey lezzetli ciğeri kadar verdikleri o samimiyet hissi. E bizim de aradığımız o. Tabii vejetaryen Tuğba aç kalmasın diye kendi kahvaltı sofralarından ikram ettikleri o lezzetli peynirin de etkisi büyük. Karnımız doyduğuna göre çay içme zamanı. İç içe geçmiş kahvelerden birine oturduğunuzda sipariş verecek birini bulmakta zorlanabilirsiniz. Hatta ocağa gidip kendi çayınızı da almanız gerekebilir. Ama finalde masanızdaki kuru pastalardan ikram ettiğiniz ocakçı ‘’Abi çaylar da benden o zaman” dediğinde servisten daha değerli bir şey, bir hikaye kazanmış olursunuz. Yani, ne için yaşıyoruz ki? Burada çayları peş peşe içip insanları izlerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyebilirsiniz. Zararı yok, hep şikayet etsekte böyle anlar için zamanınız çok. O koşturmacadan bir an olsun sıyrılıp, bedenimizden ziyade zihnimizi dinlendirmeye.

Karnımızı doyurup çayımızı da içtiğimize göre yorulana kadar yürümeye başlayabiliriz. Yıllar önce Adıyaman Gaziantep sınırında üç beş hanesi dolu olan küçük bir köyü ziyaret etmiştik. Evlerin büyük kısmı ya kaderine terkedilmiş ya da birkaç haftalık konaklamalar için yılda bir kez kullanılıyordu. Yürürken büyük bir ağacın gölgesinde oturan sakinlerle karşılaşınca selamlaştık. Ne arıyorsunuz burada, deyince, köyü geziyoruz, dedik. Burada gezecek ne var, diyip gülüştüler. Biz de onlara katıldık tabi, sonrasında da bizi evlerine davet edip ikramlarda bulundular. Milas gezisi sonrasında da beraber çalıştığım Milas’lı bir arkadaşım aynı tepkiyi vermişti: Ne var ki Milas’ta? Sadece orada yaşayanlar değil gezmek için gidenlerde benzer yorumlarda bulunabiliyor. Haklı da olabilirler ama bizim için rutinin dışına çıkmak bile büyük bir motivasyon kaynağı, bu çoğu zaman gideceğimiz yerden bağımsız bir şekilde bize iyi hissettiriyor. Hele ki mevzu Eski Milas’sa bu bonuslar da içeren bir gezi oluyor. Buradaki evlerin büyük bir kısmının bakımsız olduğunu söyleyebilirim ama içlerinde hayat devam ediyor. Bazıları ise yeni boyanmış duvarları, pencereleri, muhakkak dikkat etmeniz gereken kendilerine has bacalarıyla göz alıyor. Bir yandan binaları izlerken bir yandan da sokakta akan hayata kapılıyorsunuz. Kapı önlerine sandalye, masa hatta koltuklarını atıp evi oralara taşıyanlar sohbete devam ederken göz ucuyla bizi süzüyorlar. Çocuklar dertsiz, tasasız oradan oraya koşuşturuyorlar. Bir araba dar sokakta manevra yapmaya çalışırken şöför havaya doğru küfürler savuruyor. Herhangi bir sokağın içinde karşımıza çıkan hamamın tabelası bizi güldürüyor. Bir amca aynaya karşı çekildiğimiz fotoğrafa konuk oluyor. İki esnaf tavla oynarken tatlı bir atışma geçiyor aralarında, bir diğeri dükkanın önündeki küçük lavaboda abdestini alıyor. Ezan okunurken kalabalık bir grup çay ocağından kalkıp camiye doğru yürüyorlar. Bazen binalar bazen insanlar, pek durup düşünmeden sanki oranın bir parçası olmak ister gibi akıp gidiyoruz sokaklardan. Ardından meşhur Macar evleriyle karşılaşıyoruz. Zamanın bir yerinde gelen yabancı mimarlardan kalan eserler farklı mimarisiyle diğerlerinden ayrılıyor. Burada da epeyi oyalanıyoruz. Ardından yolumuz kalabalık caddelere çıkıyor. Bir çay bahçesinde oturup çay içerken ne kadar yorulduğumuzun farkına varıyoruz.
Tam bu noktada hayat daha hızlı akıyor, bizim de aşina olduğumuz gibi. Sihir bozuluyor, uyanıyoruz. Geri dönüş yolunda bir daha ki Milas gezisi planlanıyor.
Comments